Wikipedia

Arama sonuçları

11 Şubat 2025 Salı

Uzak Doğu Edebiyatının Hüzünlü Dalgaları

           

  

Şu sıralar asya edebiyatını biraz ön plana aldım. Hep okuyacağım diye bir kenara ayırdığım ne varki bir türlü okuyamadığım eserleri nihayet teker teker okumaya başladım. 

Kore'den Sun-mi Hwang'dan ''Hayal Kurmaya Cesaret Eden Köpek'' o kadar etkiledi ki ve bana kalırsa çocuk kitaplarından ziyade her yaş için diyebileceğim bir kısa hikaye.

Cuniçiro Tanizaki'den '' Bir Kedi , Bir Adam , İki Kadın'' Nefis bir kısa hikaye. 

Natsume Soseki'den ise ''Üç Köşeli Dünya'', ''Sanşiro'' , ''Madenci'', ''Ardından'' eserlerini okuyarak kendime okuma ziyafeti yaptım diyebiliriz. 

Bu eserleri okurken; gözlemlediğim sadece kültürel çeşitlilik değil, geçiş süreçi içindeki köksel değişikleri yani  töreler gibi görebiliyor ve bireylerin ailelerin uyum sağlamak yada uzak kalmak adına bir ikilem içinde kalmalarını da izleyerek bir nevi yaşıyorum. Ve bunları hikaye edişleri romanlaştırmalarında Uzak Doğu'nun kendine has (benim gözümde) efsanevi mistisk karakterisk özelliklerini tekrar tekrar izlemek nefis bir şey.   Ve sanırım devam edeceğim okumaya

 


14 Ocak 2025 Salı

İki Kitap İki Sesle Usta Yazarların Söylenişleri

Wilhelm Genazino ve  Alejandro Zambra 

          
   Dün akşam Wilhelm Genazino'nun ''Aşk Aptallığı'' na başladım ve beni oldukça sardı sarmaladı konu ilk başlarda. Sabah uyandığımda da devam ettim ne varki günlük rutinimde  Genazino'ya devam etme fırsatı bulamadım. Spordayken okuyamazdım amma dinleme sayesinde  kitap aşkımı devama aldım. Ne varki Genazino o kadar yer etmiş ki hafızamda sanki Zambra'yı okurken Genazino'nun sıkıntıyla benim yanımda Zambra'yı okurken buldum! O yanımda oflayıp puflarken ben devam ettim Zambra'ya. Kitaba konsantre olmam biraz zaman aldı.Genazino beynimin içinde  Zambra'yı eleştirip dururken en sonunda Zambra'nın ''Ağaçların Özel Hayatı''na tam olarak konsantre olmayı başardım. İyi bir kitap yine çok samimi duru bir anlatım bence biraz kendi yaşamından da esinlenmiş.  Aslında insan kendi yaşamına geçmişine bir dönüp baktığında anlatılanlarla özleştirdiği hemen hemen benzer bazı olay ve düşünceleri bulunca yandaşlık buluyor yazarla. Fena değildi !

Bir gün sonra: Nihayet Genazino ile beraberiz evet dün akşam ve bu sabah okuyup bitirdim bu eseri . Başlarda biraz takıntılı birinin yazdıklarını okuyormuş gibi oldumsa  sonradan kitap konu beni içine çekti.Dur bakalım neler olacak derken buldum kendimi. 

Ellinin üzeri yaşlarda bir erkeğin yaşlanma sendromunun bütün şikayetleri huzursuzluğu huzuru sevgilileri yaşamı yaşama bakış açısını epey didikleyerek anlatması içerik olarak sıkıntılı tabii. İnsanda fazla söz ve kelimelerin cirit attığı bu hava zamanla göze batıyor yok artık dedirten cinsinden Ne varki hayatımızın verdiği o stresi boşluk anlamsızlık hissini devamlı sosyal medyada praktik yaşamda yakınlarımızda sevdiğimiz   insanlarda yada  sevmediğimiz insanlarda devamlı gördüğümüz ve artık sıkıntılı insanlardan uzak durmaya karar verdiğin anda işte böyle kitaplar pek o kadar istenesi olmuyor.Genazino ilk orta sayfalarına kadar dayanmaya başlasanda teranelerin yenilenmesi hiç yeni bir şeyin olmaması roman süresince yaptığı monologlar aman be yeter artık dedirten duruma getiriyor. Aslında iki yazarda yaşamlarında karanlıkları monologlarıyla fantazileriyle okuyucuya sunuyorlar. EEE derken buluyorum kendimi. Sonuç mutsuzluğun roman olarak anlatıldığı bir yazı. İkiside iyi yazarlar bilhassa Zambra herşeye rağmen biraz daha hayatı sevenlerden diyebilirim. Neyseki bitti!  Laylay lom içerik aramıyorum kesinlikle amma bir şeyler ifade etmeli yani başlangıç sonuç aynı kederli sızlanışlarla bitiyor.


9 Ocak 2025 Perşembe

Şili'li Kritikerden Kitap Değerlendirmeleri...


      Alejandro Zambra ve Okumamak !

Yazarın edebiyata dair denemeleri ; eleştiriler ve yorumlarını içeren bir eser. Bu oldukça kapsamlı bir değerlendirme. Burada gözden kaçırılmaması gereken Zambra'nın okuma tutkunu olması aynı zamanda. Sadece yazan değil oldukça fazla okuyan biri ;  dünya edebiyatını çok yakından izleyen biri olması okurlar açısından bu edebiyat  değerlendirmelerini daha ilginç kılıyor.

 Zambra zaten sevdiğim bir yazardır ve çok genç olmasına rağmen oldukça iyi kıvrak bir zekayla yazılmış eserlerini okurken onu anlamak için zor olmuyor. Kendisini modern edebiyatta yazar olarak  kabul ettirmiş. 

Çevremin büyük çoğunluğunu Latin Amerikalılar  ve  yabancısı olmadığım toplumun  toplumsal  kültürel özelliklerini yakından takip etmek gibi oluyor bu. Ne varki kendi edebiyatlarını pek okadar sevmiyor çoğu.

 Yazarın  en sevdiğim yanı samimi özgün yazması , sadelikle yazdığı herşey  insana bir nevi yakın dostuyla konuştuğu izlenimini veriyor tabii o yakın dost da o anda onu okuyan okur oluyor.

İzlenimlerime göre 18 ile 40 yaş arası Türk okurlarının Latin Amerika edebiyatına ne kadar hayran olduğunu görmem beni pek şaşırtmıyor. Toplum olarak bazı bakımlardan yakınsal bir kültüre sahip olmaları onları aynı pist üzerinde dans edebileceklerini gösteriyor. Sadece dinsel olarak ayrılıyorlar; aynı melodram bakış aynı duygusallık her iki toplumda da göze çarpıyor. 

Bolano , Galeano, Vargas Llosa, Sabato nedense beni o kadar içine çekmedi iyi yazarlar değil falan demeyeceğim kesinlikle. Zaten çok azına göz atıp biraz okuyup bıraktım   Benim edebiyattan aradığım özellikleri onlarda bulamadım belki de generasyon farkı diyorum ben buna.

Zambra'yı sevdim çünkü geçmiş ve şimdiki zamanda bir köprü kurmuş sanki. Pinoche zamanını tam olarak yaşamamış olsada izlerini çok dolu yaşamış. Bunu eserlerinde de yansıtıyor.

Yazarın Cesare Pavese hakkında yazdıkları kafamda bir dolu muğlak sorular oluşturdu bunu biraz daha araştıracağım.


21 Aralık 2024 Cumartesi

Baumgartner ve Paul Auster'ın Muhteşem Vedası

                      Paul Auster Hayatıma Hoşgeldin!

                                               
Baumgartner'le tanışıp aşık olduğum yazarın bir kaç ay önce aramızdan ayrılmış olmasıyla nedense sanki bir şeyler kaçırdığım duygusu yaratsada diğer yandan da , olsun yine de iyiki tanımışım diyebilmem de ; yine yazarın bu son romanı sayesinde oldu. 
Yazarı çok sevdim. Neden derseniz bu romanını zaten kendini ölüme hazırlarken yazmış ve oldukça doğal ve olduğu gibi içten Nirvana'nın zirvesinden seslenir gibiydi. Okurken insanda öyle bir duygu yaratıyor ki (belki de bu  her okuru içermez) bir nevi ruhani bir mucizeyle hafifleyip Anna ile Sy'in hayatına konuk oluyor en sonunda da zaten öylesine bir bütünleşmeye geçerek sizin en yakın dostlarınız oluyor. Mekanları sanki yanıbaşında başınızı çevirseniz el sallayabileceğiniz düzeyde!

Evet burda ki aşk sevgi dostluk okurlarından bir çoğunun yok artık olamaz böyle şey deselerde!!!  evet  olabilir ilişkileri sahtelik içinde değil , birbirlerini oldukları gibi kabul etmişler. Ayfer Tunç'un anladığı gibi Sy , Anna'yı mükemmel olduğu için sevmiyor onu olduğu gibi kabul edebildiği biri olarak seviyor . Burada ki mükemmellik ne kadın da ne de adamda mükemmel olan bu şekilde sevebilmek. İlişkilerine sistemin iki yüzlülüğü girmemiş  o yüzden temiz ve iyi. Eğer derseniz hem bu sistemde olupda ondan etkilenmemek mümkün mü bence mümkün. Onlar yaratıcı bir sanatın içinde zaten bütünleşmiş ve kozaları var. Çok az olan dostlarıda kapılarını örtükleri zaman onların dünyasında değiller.
 Şunu da eklemeden geçemeyeceğim Anna'nın olağanüstü bir şair olduğu halde eserlerini başkalarıyla paylaşmaması özgüven eksikliği değil zaten onun paylaşmak istediği tek insan yanıbaşında bir başkasının şiirlerine vereceği değer o kadar önemli değil. 

Bu arada  sayın Ayfer Tunç ile Murat Gülsoy'un sunmuş oldukları ''dialoglar'' adlı proğramında ki  eserle ve yazarla ilgili söyleyişiyi de izlediğimi ekleyim. Bunu izlememin tabiki faydası da oldu en azından  kendimle onların düşüncelerindeki ayrımı bazen de aynı görüşde olduğumuz yanları görmek ikinci bir değerlendirme sağladı bana. Daha çok Murat Gülsoy'un fikirlerini benimsemem beni şaşırtmadı ne yazık ki Ayfer Tunç henüz tam olarak Feodal bir yapının yapıştırdığı düşünce yapısından tam olarak çıkamamış. Öyledir zordur bizlere yapışan bu ataerkil düzende yerimizi bulurken kıracağımız kabuklardan kurtulmak kolay değil kesinlikle.

Roman da detaylar o kadar çok ki ; normalde en nefret ettiğim şeydir detaylar, burdakileri sevdim ve yazarda ki bazı kopuklukları, kaçamakları da sevdim , her daldan dala geçişinde bir şefkat duydum yazara. Her bakımdan oldukça duygusal bir dalga içinde tuttu benı kitap hani ağlamanın eşiğinde değilde nerdeyse boğazınıza bir yumru gibi oturmuş hüzünlü bir şefkat  içinde okudum.
 Aslında burda ki oğlan kızı sevmiş kız oğlanı ; birlikte mutlu hayat sürmüşler değil, bazılarının sandığı gibi. İlişkileri  zaten çok tuhaf başlamış ve yine tuhaf bir son.... 
Şimdi burda anlatırsam olmaz amma okurken her satırından ayrı ayrı tat alacağınız olağanüstü etkileyici bir roman. Ayrıca şunu da eklemeden geçemeyeceğim kahramanlarımızın çocuklarının olmayışında ki durumda yazarın neden böyle olmasını istediğini öyle iyi anlıyorum ki hele ölümüne bu kadar yaklaşmışken yazdığı bir romanda gerçek hayatında oğlunun ona yaşattığı hayalkırıklığının korkunçluğu ki yanlış anlamayın bence her bir ebeveyn çocukların yaşattığı hayal kırıklığını kendileri içinde duyarlar bir anne yada baba olarak kendilerini yargılarlar. Ve  Auster de bu son veda romanında çocuk sahibi olmamayı seçmiş.
Ne var ki romanla dolu doluyum  ve şu anda başka bir romana başlamam zor. Tabii yeni bir Auster eseri olursa o ayrı konu...

9 Ocak 2024 Salı

Ölümden Sonra Dirilme yada Diriliş!


Lev Nikolayeviç Tolstoy


Tolstoy'un en önemli eserlerinden ''Diriliş''i Oldtimer grubuyla ; 2024 yılının okuma listesine eklenmesiyle, okumaya başladım.
 Aslında ilginç olan kitabı henüz 13 yada 14 yaşlarındayken okuduğumu ; çok beğendiğimi etkilendiğimi iyi hatırlıyorum hatta kürek mahkumu olan Katyuşa'ya büyük hayranlık duyduğumu da unutmamıştım amma aradan yıllar geçince doğal olarak yıllar önce okuduğum kitabdan anladığım yaşımın verdiği içerdiği bilgilerin doğruluğu bendeki bilgi kapasitesinin ötesine geçmemişti sanırım. 

Neyse şimdi romanın konusundan çok, asıl içeriğini anlatmaya çalışacağım. 18 yüzyılın Rusya'sında toplumu oluşturan iki sınıfın; yani zenginler (genelde soylular) ve fakirler (köylüler ve Alt tabaka) ; zenginlerin oldukça azınlıkta  fakat daha güçlü yargıyı , kurumları ekonomiyi , teknolojiyi ve toprak mülkiyetini ellerinden bulundurdukları oysa diğer sınıfın halkın yani çoğunluk köylünün ise hem eğitimsiz bırakılması kilise görevlilerinin halkı korkutucu safsatalarla yıldırmış olmaları, gerçekte İsa'nın öğretileriyle değil o sömüren sınıfın işin gelecek şekilde  hareket etmelerinden dolayı; her türlü haksızlığa mahkum edilmiş olmaları                cahilliklerinin zirvesinde olan bu alt tabakanın aslında bir nevi ölüme mahkum edilmiş olmaları.
 Burada ki Ölüme mahkumluk derken Kürek cezasını kast etmiyorum sadece. Daha doğumla başlayan açlık, bulaşıcı hastalıklarlarla mücadeleleri parasızlık ve tanrıya olan inanışlarının ne kadar zavallı bir duruma getirmeleri .
 Kiliseyi ve kilise görevlilerinin tanrıya olan görevlerini kendi çıkarlarına göre kullanmaları bana kalırsa tanrıyı korkunç bir canavar gibi gösteriyor aslında amma halkı bunu daha anlayacak güçte değil.
Kitabı okudukça o kadar fazla haksızlığın olması ve  adaletin olmaması ahlak dedikleri ve kullandıkları değerlerin ise fakirlerde ahlaksız olarak değerlendirdikleri bir çok şeyin  soylu sınıfın ahlaklı erdemli olarak yaptıkları şeyler oldukları.

Burda bana en ilginç gelen ise Nehludov'un nedense bir bir anda değişim geçirip kendi sınıfını karşısına alıp , gençliğinde yaptığı bir hatayı anlayıp pişmanlıkla hatasının kurbanı olan Katyuşa'nın hayatını değiştirmek ona yardımcı olmak için yaptığı bazı çabalarının bazen yetersiz kalması dahi yinede onu yanı Nehlodov'u adalet için mücedelesinde sendelemesine neden olsa bile yinede mücedele etmesi ve aslında burada dikkat edersek kendi ile olan hesaplaşmaları sınıfı ile hesaplaşması ve Rus halkının içinde bulunduğu durumu değerlendirmesi (çarlık Rusya'sı) inişleri çıkışları ve iç hesaplaşmaları bana çok ilginç ve müthiş güzel geldi. Hele ilerledikçe hem Nehlodov'un hem Katyuşa'nın kişiliklerinde olan gelişme kendilerini bulma halleri ise (siyasi mahkumlarla olan ilişkilerinin yardımı ile) tam bir biçim almasını izlemek ve bunun insana verdiği hoşnutluk bambaşka bir şey!

Yazarımız bir çok kitap yazdı  bana göre hepsi birbirinden güzel olan bu eserleri sevmemek mümkün değil. Tabii ilerledikçe bilhassa Sibirya'ya sürgüne giderken anlatılan Çarlık Rusyasındaki devrimci harekette yargılanan devrimcilerin onların başına gelenler bilhassa  68 kuşağını ; o zaman ki yaşananları  68 kuşağının devrimci mücadelesine olan inancımı tekrar tekrar hatırlattı bana.
Bu arada yazarımızla ilgili neler biliyoruz düşünceleri nelerdir diye düşünmemek elde değil.Bana göre her yazar kitaplarında bir şekilde kendilerinden mutlaka bir şeyler koyarlar. Sanırım bu yıl benim Tolstoy yılım olacak. Okuduklarımı tekrar okuyacak ve bütün eserlerini okuyacağım.Herkese iyi okumalar!
Yazarın hayatı ile de bir kaç kitap buldum onlarla devam ederim sanırım.




10 Ocak 2023 Salı

Adanmış Toprak Ve Sevebilmek!

                                André Maurois Diğer        İsmiyle Emile Salomon Wilhelm Herzog   

                                             
                Yazardan daha önce okuduğum eseri  ''İklimler''i okuyalı nerdeyse bir asır olacak. Kitabın beni etkilediğini ve yazarı sevdirdiğini bilmeme rağmen unutttuğum çok şey olduğunu  anlayınca tekrar okumak zaman kaybı değil bilhassa benim kazancım olur diyerek tekrar başladım ve ''Adanmış Toprak'' la birlikte bir değerlendirme yapıyorum. Kitapları ve yazarı bir inceleme ile anlatıyorum. Adanmış Topraklar'ı ise yakın zamanlarda okudum.                                   

İşin ilginç kısmı her defasında iyi yapıtlar okuduğumda beni şaşırtan her yazarın ayrı bir stili anlatım gücü olmasına rağmen her birinin beni bu kadar etkileyebilmesi. Bunu çok büyüleyici        buluyorum.   

İklimleri tekrardan okumam iyi oldu, burada eklemek istediğim diğer bir durumda Fransız klasik yazarları genelde dramatik trajedi türünde yazanların  genelde birbirine benzeyen stilde yazıklarını fark ettim. Pierre La Mure 'yi (Kırmızı Değirmen) bana sık sık hatırlattı Maurois. Belki de  Paris' te geçmesiydi hikayenin. Modern klasiklerde bu biraz daha değişik.

Genç yaşlarımda okuduğum ''İklimler'' bende çok etki yapmasını o zamanlarda  bende ki romantizmin etkisi altında olmamdan mutlaka. Tabiki şimdi okuyup değerlendirmem ise bambaşka.  Yine de değişmeyen bir durum varki aşk ve ilişkiler temelde yine aynı durumda.
Burda ki gibi  şimdi bile birlikte olduğumuz yada olmasını istediğimiz kişileri olduklarından başka görme eğilimimiz var. 

Ve bağımlılık tanrım ne kadar korkunç bir şey aşk diye adlandırılan şeyin bir çoklarına göre abartılmış bir bağımlılık olduğunu görmemek. Bağımlılık denince aklımıza ilk gelen uyuşturucuların bağımlılık yarattığı ne var ki birine bu kadar sapkın bir şekilde bağlanmakla bir eroinmandan aslında farkı yoktur. İklimler'de ki Philippe'nin dramla beslenen bir ruhiyatı var. Aslında onun hayatına giren kadınların vay haline diyebilirim ki yani öyle de gösteriyor sonuçlar. Zamanımız da da değişen pek fazla bir şey yok aslında. Her şey genelde çok basitken o kadar çok komplike ediyoruz ki hayatı , ilişkileri farkında bile değiliz bence.

Adanmış Toprak' da ise hikayenin kökeni kadın kahramanımızın cinsel ilişkiden hiç haz duymaması. Evlendiği ilk eşi olsun duygusal anlamda aşık olduğu ikinci eşi olsun ikisiyle bedensel aşkı yaşamak istemedi. Bunun nedeni aldığı eğitim de olabilir yada annesininde aynı tip biri olmasından dolayı da olabilir yada doğuştan frijit ( gerçi annesi bağnaz dindar cinsel aşkın günah sayıldığı bir dönem zaten romanın içinde geçen zaman)

Zamanımızda ise biz bunların en abartılmış halini yaşıyoruz. Cinsellik çok abartılmasına rağmen duygusal olarak da bir abartma var aşka aşık bir dolu insan. Aradaki dengeyi kurmak ne kadar zor olabilirki aslında. Aslında bunların gerçek nedeni toplumsal şartlanmalardan kaynaklanıyor bence. Ne kadar da mükemmeldir hem ruhsal hem fiziksel bir aşkı bulabilmek ve yaşamak.

İki eserde oldukça güzel  bence okuyun! Belki zamanımıza göre anlatım size yavaş gelebilir amma yine de beğeneceksiniz.



6 Ocak 2023 Cuma

Peki Kimdi Sait Faik ? Eserleri Ve Yaşamı!

  Türk Edebiyatının Mihenk    Taşlarından

        Sait Faik Abasıyanık'ı Tanımak!


Hep duyardım Sait Faik Abasıyanık'la ilgili söylenenleri yani kulaktan dolma bir aşinalık olmasına rağmen yazarı pek tanıdığım, onun  edebiyat dünyasında ki değeri hakkında pek bilgim yoktu. 

Önce sesli olarak dinleme başladım ''Havada Bulut Yok'' u , ne yazık ki içinde geçen bazı betimlemeler yüzünden hemen kesinlikle okumamam gerekir diye acele bir önyargıyla karar verdiğimi düşündüren Goodreads deki arkadaş çevremdeki okurların verdiği artı değerlerin  yüksekliğine bakarak , yazarımızı değerlendirirken acele etmemem gerekir diyerek baştan başladım Sait Faik ve eserlerine gereken değer verilmeli daha yakından tanımalıydım.

Yazarımızla ilgili internette ,edebiyat ve sanat  dünyasındaki  inceleme araştırmaları  okurken gerçekten çok şaşırdım.  Derinlemesine gidebilecek çok malzeme olduğunu fark ederek sevindim. 

Türk edebiyatında Sait Faik'den etkilenen oldukça fazla yazar varmış.

Sait Faik 1906 da Adapazarı'nda doğmuş ve 47 yaşında Burgaz adasında aramızdan ayrılmıştır.

Ailesi oldukça varlıklı ve seviyelidir. Hem içine kapanık hemde edebiyatta öykülerde yeni modern bir bakış açısıyla çığır açan Sait Faik'in kendini kabul ettirmesi daha kolay olmuştur diğer yazarlara göre diye düşündüm.

 Maddi her türlü desteği ailesinden almasına rağmen, diğer yandan; annesinin yazarın üzerindeki baskısı ,kontrolü (ne yazık ki bir çok annelerin uyguladığı adına da sevgi dediği! ) yazarı daha da ruhsal olarak hayata karşı güçsüzleştirmiştir. 

Tabiki oğluna  çok sevgi verdiği gerçeğini de bir tarafa atamayız amma bazen bu sevginin dozları onun hayatını kontrol altına almak kadar arttığında ( bu gibi durumu hatırlarsanız Nietzsche'nin ailesinin de yaptığı gibi) Sait Faik'in içinde yaşadığı aile bağları zindanını görmemek imkansız.

Yazmak onun için bir nevi kaçış yaşama tutkusu ve nedenidir.

Sait Faik'in cinsel tercihi bilhassa o zamanki (ve halen) türk toplumunda büyük sorun yaratır hele böyle dominant  anne ! artık yazarın yaşadıklarını siz düşünün. Bazılarına göre yazarın ilgisi genç çocuk yaşta erkek çocuklarına olan özel ilgisinden bahsetsede (Satre içinde aynı şeyler denmişti) bunun ne kadar gerçek yada iftira olduğunu kim bilebilir, bana göre biraz da karalama ve kıskançlıktan çıkma gibi.

Yazarın kendisine olan hayranlığım daha çok samimi ve gerçekçi bir üslupla yazmış olması kendini olduğu gibi kabul etmesi  ve bunu yazılarında öykü ve romanlarında göstermesi büyük cesaret ister. Ben yazara ''melankolik bir nihilist '' derdim kafamda. Mina Urgan'da bazı şeyler yazmış ne varki Urgan gibi dev ego  sahiplerinin genel davranışları; yani eski eşine nasıl adaletsiz davrandıysa aynı davranışları her zaman sürdürmüştür bence.

Türkiye'ye bir daha geldiğimde mutlaka Burgaz Adasına bir ziyaret yapmayı düşünüyorum.

Şimdi eserlerine geçelim ; Mahalle Kahvesi ve Havada bulut Yok la başladım okumaya.

Tam anlamıyla bir ''memleketimden insan manzaraları '' Nazımın şiiri burada öyküye dönüşmüş işte ve harika olmuş.Gerçekten sadece Türkiye de değil dünya edebiyatında da yer bulabilecek bir öykücü Sait Faik. Her hikaye de kendine has bir durum var ve birbirinin tekrarı kesin değil.

Kayıp Aranıyor romanına ise bayıldım açıkça. İyi ki okudum diyeceğim eserlerden.