Wikipedia

Arama sonuçları

9 Eylül 2021 Perşembe

Sarı Duvar Kağıdında'ki Kadını İzlemek!

Charlotte Perkins Gilman

 
Sarı Duvar Kağıdı'nı okumuştum ama yazarla ilgili bilgim sadece feminist bir yazar olmasından daha fazla değildi. 

Feminist olmak ta zaten her türlü yana çekilip değerlendirilen her türlü toplumsal yargıyı bilhassa önyargıyı barındıran bir sıfatlama olarak gördüğümü söylemeliyim.Bunu sonradan biraz daha genişçe yazacağım bu yazı bittiğinde.

''Kadınlar Ülkesi'' adlı eserini de okumaya karar verdiğimde yazarla ilgili oldukça geniş ve ilginç biyografik bir yazıyı görünce  burda paylaşmak istedim. 
Bana çok önemli geldi , çünkü ''Sarı Duvar Kağıdı'' otobiyografik unsurlar içeriyormuş.
Gilman, 1860 da Hartford'da doğmuştur. Babası oldukça kültürlü bir adam olmasına rağmen yazarımızın bundan yararlanması mümkün olamamış; o daha bebekken baba bütün aileyi terk etmiş.
Yazarımız erkek kardeşi ve annesi ile birlikte yoksulluk içinde yaşam mücadelesi vermişlerdir.Babanın maddi yada manevi hiç bir yardımı olmamış ne yazık ki.
Ve ne yazık ki pek de , mutlu bir yaşam olduğunu söyleyemeyiz  yoksulluk, soğuk günler, kalacağı yer bulamamak gibi sorunlarla boğuşurken mutlu olmanın pek o kadar da kolay olmayacağını tahmin edersiniz.
Charlotte biraz büyünce ailesine yardımcı olmaya çalışmış tebrik kartları hazırlayarak sanat öğretmenliği ve  mürebbiyelik de yaparak ekonomik katkıda bulunmuş.

Uzun tereddütten sonra 1881 de yerel bir sanatçı olan Charles Watter ile evlenmiştir.Tek çocukları Katherine'nin doğumundan sonra Charlotte derin bir depresyona girmiş ama o zamanın uzman doktorlarından! gördüğü tedavi kadıncağızı delilik sınırlarına getirmiş ve doktorun tavsiyelerini bir kenara itmek zorunda kalan yazarımız eşini ve kızını terk edip California'ya taşınmıştır. Fakat pek fazla bir şey değişmemiş ruhunda ne yazık ki ; geri dönüp kocasıyla barışmayı denemesi başarısız olmuşsa da kızını da alıp tekrar California'ya yerleşmiş. Eşi ondan boşanıp yakın arkadaşı ile evlenmesi dostluklarını bozmamış yaşadıkları zaman boyunca dost kalmışlar.
Yazarımız yazarlık kariyerine ''Sarı Duvar Kağıdı '' ile başladığı görülüyor.
En sevdiğim yanı ; yazılarında daha fazla ironik bir dille anlatması ve ah zavallı kadınlar feryadı koparmadan gerçekçi akılcı bir dille kadınların hem gücünü anlatırken hem de güçsüzlüklerini de gösterirken kadın erkek olayından fazla insan olmaktan yola çıkıyor.
Yazarımız hiciv dolu yazı ve konuşmalarını sürdürürken ona karşı sürdürülen  acımasız eleştiriler çok incinmesine neden olur. Kızını babasına bırakan Charlotte (kızı o şekilde daha mutluydu) iyi bir anne olmadığı yaftasını da aldı en sonunda cahil toplumdan .Toplum aslında güçlü insanları göstermelik ne kadar övsede ah bir düşsede biz de bir tekme atsak diye beklerler! Toplumun iki yüzlülüğü hiç bitmez.

  Viktorya çağı zihniyetinin son demlerini yaşa­yan Amerika'da bir kadından bahsediyoruz bu arada; çocuğunu babasının ellerine (anlamadığım yabancı değil ya babası yani en sonunda neden bu kadar dram haline getirilmiş anlaşılmaz) "terk etmiş" sonunda evini evliliğini de reddederek toplumun kendine anne ve kadın olarak biçtiği rolü çiğneyip geçmiş... Toplum derken ataerkil toplum egemenliğinden bahsediyoruz.

Hele o dönemde kadın doğuştan haksız ne yaparsa yapsın.

Charlotte Stetson Gilman; ilk gençliğinde kendine vurulan marjinallik damgasına bu kez kendi isteğiyle layık olmaya çalışarak kendine bir çeşit sürgün uyguladı.

Yazarın bir çok yapıtı var bunların çoğu kadının toplumdaki yerini almasına ait mücadelesine indekslenmiş. Kanser olduğunu bilmemize rağmen yazarın kanserden değil intihar ederek öldüğünü bilmek te yarar var. Otobiyografisini yazdığı son eserinde düştüğü not da; 

''Eğer hala hizmet edecek gücümüz varsa, hiçbir acı, keder ya da "kırık kalp" yaşamımıza son verme hakkını vermez bize. Ama artık işe yaramaz olduğumuzda, ölümün 

 kaçınılmaz olduğunu anlayıp 

soluğunu ensemizde duyduğumuzda, yavaş ve korkunç bir ölüm yerine çabuk ve kolay olanını seçmek bizim en doğal hakkımızdır...'' der.

Yazarın bir çok eseri başka dillere çevrilmiş. İstediği gibi yaşamış mı derseniz belki biraz diyebiliriz ama istediği şekilde ölmüş en azından.

Yazarın iki kitabını da isteyenlere e.bok olarak gönderebilirim.

''Bir insanın ilk görevi,toplumla doğru işlevsel ilişkiyi üstlenmek,kısacası gerçek işinizi bulmak ve yapmaktır''

Kendisini hümanist olarak tanımlayan Gilman " sadece toplumsal ilişkilerde insan olduğumuzdan... insan olmak için kadınların insanlığın hayatının bütününde yer alınası gerektiğini" savunuyordu. Yaşamlan sınırlandırılan kadın­lar, insanlığın ilerleyişini yavaşlatıyordu. Organizmanın büyümesinde bireyin ya da toplumsal varlığın fiziksel, entelektüel, manevi ve toplumsal alanların hepsinde kadının gücüne ihtiyaç duyduğunu söyleyen Gilman, bu dört alanın her birinde kadınların insanla ilgili işlerde göz ardı edildiğini belirtiyordu.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder