Wikipedia

Arama sonuçları

12 Ocak 2022 Çarşamba

İrlandalı Yazar ; Colm Tóibín'den Efsanevi Bir Anlatım!

Deniz Fenerindeki Işık



İyiki okumuşum diyebileceğim eserlere bir yenisini ekledim diyebilirim.

Oldukça derinlikli bir içeriğe sahip olmasına rağmen ; kullanılan dilin sadeliği anlatım tarzındaki yalınlık okunulmasını daha  çekici hale getirmiş. (Çevirene bin teşekkür)

Ah! Aile ilişkileri yine !evet  evet, ama burada ki biraz daha değişik ; kitabı okurken mutlaka biraz kıyaslamalar yapacağız yada kendimizi onlardan biri yani romanın kahramanlarından biriyle özdeşleştireceğiz.

Onları nasıl anlayacağız bir bilseniz! Nedeni çok basit ; İrlanda olsun , dünyanın bir çok yerinde olsun  toplumda aile ve aile bireylerinden beklentiler, hiç bitmeyen kurallar,eskimeyen köhne zihniyetin nedense bir çok şeyde   yenilikler olmasına karşın aile de tam bir bağnazlık o kopması istenmeyen bağlar , bireysel özgürlüğün hiçe sayılması, hep karşımıza koyulan ;  ama o senin ailen! yada et tırnaktan ayrılmaz! kan sudan daha koyudur ! falan gibi bitmek bilmeyen klişeleşmiş sözler dizisi ardı ardına gelir. Sizi suçlu psikolojisine sokmak içinden ellerinden geleni yaparlar. Bunun bilincinde değillerdir bence. Onlar bu şekilde büyümüştür aynı gelenekler devam eder sadece.

Ayrıca şunu da eklemeden yapamayacağım ; aile bireylerinde her bireyin farklı olduğunu da unutmamak gerek. Herkesin iyi veya kötü kendi tarzı kendi deneyimi kendi düşüncesi yaşama bakışı vardır kendine has.

Gençken  hayatımda olan bütün yanlışlardan sorumlu tuttuğum genelde ebeveynlerimdi ama zamanla bunun yanlış olduğunu gördüm artık attığım adımlar kendimin verdiğim kararlar da kendimindi sorumluluk alma sırası bana geldiğini fark edince bazı saptamalarla yaşamım iyisiyle kötüsüyle kendime ait oldu .Tabii bu da tam bir bireysel özgürlük hissini veriyor.

Kitabı okurken mutlaka sorularınız olacak kendinize yada başkalarına.

Neyse fazla uzatmayım burda ki anlatım da üç kuşaklık bir aile dramı var. Okurken tabiki hepsine ayrı ayrı hak veriyoruz. Ne varki insanı isyan ettiren , oldukça fazla haksızlıklar da var ; suçlu kim dersek ne yazık ki en sonunda toplumun geri zihniyeti demekle yetinmek zorunda kalacağız.

Yanlış anlamayın mutlaka aile olsun yakınlarınız , sevdikleriniz kimle artık neler paylaşabiliyorsanız ; mutlaka bunlar çok önemli ve değerli ama burda bunlardan birine mecburiyetten  kaynaklanmadan  isteyerek severek yapılan özveriler yerine ; zorlayarak duygu sömürüsü kullanılarak katlanman gerektiği yolunda ki zorlamalar olduğunda bireyin buna katlanması zor oluyor ve isyan ediyor açıkcası .Bir birey olduğunu ve buna saygı duyulup kabul edinildiğini görmek hissetmek ilişkileri daha anlamlı kabul edilir hale getirecektir.

Zaten her canlı olarak yaşadığımız sürece hepimizin birbirine karşı bir sorumluluğu var ama kendimize karşı olan sorumluluğumuzu bir kenara itmek kadar yanlış bir şey yok bence.

Kitap bittiğinde üzüldüm açıkcası ve içim acıdı bir nevi.Çok sevdim eseri ve yazarın diğer eserlerini de okumayı merakla bekliyorum. Bir eserinin filmini izlemiştim ve harikaydı. ''Brooklyn'' mutlaka bir çoğunuz izlemiştir.


8 Ocak 2022 Cumartesi

Babalar ve Oğullarla Altan'lara Bir Bakış !

İpek Böceği Cinayeti: Fotoğraflarla Çetin Altan'ın Yaşam Öyküsü


Ahmet Altan'nın ''Osmanlı Dörtlemesi'' ni okurken Altan'lar hakkında  bir çok şey bilmeme rağmen biraz baba Altan'nın hayat hikayesini merak etmiştim. Daha çok geldiği sınıfla ilgiliydi bu merakın nedenleri. Amaç önyargılı olmak değil mutlaka bilhassa olmamak için daha bilgili olmak gerektiğini düşündüm.

Solmaz Kamuran tarafından yazılan bu biyografik kitap Çetin Altan hakkında yazılanların en iyisi diyebilirim. Yazar Altan'ın eşi olmasına rağmen bence oldukça tarafsız bir tarz da yazmış. 
Aziz Nesin ve bir çok değerli Türkiyeli yazarlar gibi Çetin Altan da hayatının dört de üçünü nerdeyse kodes de geçirenlerden.

Onunla yıllar önce bir panelde karşılaşmıştım. O zamanlar gençliğin verdiği naiflikle salon sosyalisti dediğimiz sınıflandırmaya giren Altan'ı hor gördüğümü esefle söyleyebilirim. Halbuki yıllar sonra bambaşka bir bakış açısıyla gözlemleyebiliyorum ; o zaman ki kıstaslarımız biraz çocukça ve bilgisizce idi. 
Bu kitabda bir çok resimler var. Keşke ilerde bir yazar Çetin Altan'ı anlatan güzel ve geniş bir roman yazsa ne iyi olurdu.
Bambaşka bir kişilik sıra dışı diyebileceğimiz biri, kişilikli ve tam anlamıyla bir bilge. Tabiki bu benim şahsi görüşüm. Bence okunulması gereken bir eser zaten çok kısa. Resimler çok yer kaplamış sayfalarda. Dediğim gibi daha uzun bir yaşam hikayesini yazan olsa çok ama çok iyi olur.

Diğer taraftan Mehmet Altan'dan henüz hiç bir eser okumadım ama Ahmet Altan'ın bir çok eserini okumuşumdur. Bazılarını çok beğendim bazıları da idare eder cinsinden. Aşağıda yazarın bir  söyleşisini içeren bir video var sanırım izlemek istersiniz.


Ahmet Altan Kıraathane'de: Hapiste Yazılan Üç Kitap


5 Ocak 2022 Çarşamba

Edebiyat Ustası Ahmet Altan'dan Osmanlı Dörtlüsü

Kılıç Yarası Gibi,İsyan Günlerinde Aşk
    Ve Ölmek Kolaydır Sevmekten!   


                
      
    Osmanlı dörtlüsünü okumaya baslamadan önce ki Goodreads de yazdığım not:
Daha önce okuduğum halde aradan uzun zaman sonra tekrardan okumaya başladığım en sevdiğim Türk yazarlarından biri olan Ahmet Altan'a yıl bitiminde başlıyorum.Okuyucuyu mest eden bir bir yazı ustası sayın Altan. Hayat Hanım'a başlamadan önce Bir Ahmet Altan serisine başlıyorum ; tekrardan  okumak durumunda olacağım bazılarını dolaysiyle...  
             
Ve  değerlendirme:
dörtlünün ilk iki cildini tekrardan okumama sebep, Ahmet Altan'nın şu yeni eseri oldu. '' Hayat Hanım'' Yazarımızın tutukluyken yazdığı eserlerden biri. Bu kitabı okumaya geçmeden en azından elimdeki Altan'a ait diğer kitabı okumam gerektiğiydi .

Ne var ki kitablığımda dörtlünün üçüncü kitabını henüz okumamış olduğumdan bir nevi görev  addedip başladım tekrar seriye. 
İyiki okumuşum uzun zaman olmuştu hem tekrar hatırlamak anlamında elden geçirmek iyi oldu. Yazarımızı okurken ne kadar hayran kalsamda akılda kalacak bir etkisi olmuyor , sadece ne kadar beğendiğini hatırlaman dışında ; bazı kitaplarda pek sevilmez tekrardan okumak , ama yazarımızın edebiyat alanından kelimelerden inşaa ettiği  her eseri okumak bir zevk. 

Evet akıllarda kalan satırları yok ama sadece çok zevk veren bir okuma olduğunu biliyorsun. Anlatılanlar genelde okurken etkileyen ama kitap bitince geride herşey geride kalıyor. Evet bazı eserler ise insanı o kadar etkiler ki silinmez okuduğun satırlar zihninden.
Örnek olarak ''Yolcu Ve Ay Işığı'' '' ''Katalin Sokağı''nı verebilirim.. 

Klasiklerden ise bir çoğu böyle unutmak mümkün olmuyor. Demek istediğim yazarı beğenmeme rağmen eserlerinin klasikler arasına gireceğini sanmam ilerde ; gerçi ilerde kitap okumak yada yazmak gibi bir durum olur mu bilmem.

Osmanlının yıkılış dönemlerini anlatan eserlerinden oluşan bu külliyatın henüz dördüncü cildini yazmamış yakın zamanda yazacağını söylüyor bir söyleşisinde yazar. 
Romanlarında erotizme oldukça büyük yer ayırmış ve güzelliği haddinden fazla yüceltmiş. Soylular dediği sınıfı anlatırken onlara ne kadar hayranlık duyduğunu anlıyoruz. Eserinde ki kahramanları zirvede kılan  en çok iki sıra dışı güzel kadının başarıları egoları en berbat yönlerini bile bir övgüyle anlatması çok ilginç. 

Babası Çetin Altan'dan daha değişik bir tarzı var yazarımızın.Bu fark ediliyor.Kesinlikle kıyaslama yapmak istemiyorum.İkiside muhteşemler.

Okurken bir durum dikkatimi çok çekti ki bunu sadece Altan'nın kitaplarına dayanarak demiyorum ; ''Şakirpaşa ve ailesi'' gibi bir çok geçmişi romanlaştıran yazarların anlatılarında bu iyice anlaşılıyor ve anladım ki Yabancı sermaye ye Osmanlıyı yada Türkiye'yi peşkeş çeken sadece Osmanlı Padişahları değil , bilhassa bu çürümüş yozlaşmış ; soylu sınıf diye adlandırılanlar. En çok da Fransa'ya yalakalık yapanlar. Burada karşı olduğum tabiki sadece o ülkelerin sermaye sınıfları her zaman ki sömüren taraf, Tabii İngiltere ve Amerika da unutulmamalı! Bu ülkelerin edebiyatı sanatı ve halklarına karşı diyebileceğim hiç bir şey olamaz tabiki.
Evet oldukça konu dışı gibi görünsede bu bir yadsınamaz gerçek benim için .
Diğer yandan Ahmet Altan olağan dışı bir anlatı ustası.Her kitabını  çok severek okudum.  Osmanlı dörtlüsündeki kahramanlardan, en çok Şeyhi sevdim ; bağnaz bir din adamı değil kesinlikle. Mutlaka burada bir kaç kelime yeterli değil onu anlatmaya okuduğunuz zaman anlarsınız hayran olmamak elde değil.

Yazarın çok beğendiğim diğer özelliği ise yazdıklarını araştırarak yazması bir çok kaynak kullanması. 
Yıllar önce bir dostuma yazar olarak Ahmet Altan'ı çok beğendiğimi söylediğimde - bende beğeniyorum ama sanki kadınları anlayan sadece kendisi imiş gibi davranıyor demişti.
o zaman hak vermemiştim ama biraz Narsistik  davrandığını düşünüyorum yazılarına bunu yansıtıyor.
Dörtlü Osmanlı Külliyatına gelince bence okunulası bir eser ; biraz belki fazla uzatmış ama yinede severek okuyor insan. Kitap ve yazar sayesinde aklıma hemen neden hala , baba Altan'ı anlatan Solmaz Kamuran'dan ''İpek Böceği Cinayeti'' ni okumadığım geldi. Ve hemen ona başladım. Altanların geldiği sınıfı çok merak etmiştim açıkcası.
Hiç bir zaman insanları geldikleri sınıflara göre eleştirmem ama geldikleri sınıf kokuşmuş düzenbazlar takımına aitse mutlaka o sınıfla ilgili söyleyeceklerim vardır. Hele o boktan soylu dedikleri sınıfı yüceltiyorlarsa eh yani artık denecek çok şey var demektir. 

Benim Soyluluktan anladığım kitabdaki kahramanlardan ''Ragıp Bey'' gibiler. Gerçi yazar onu şarklı karakteristik özelliklerinden dolayı biraz itmiş gibi geldi! Dilara ve Rukiye de ayrıca oldukça sevilesi karakterler. Yazarın yer yer kahramanların sonlarını söylemesi insanı bir beklentiye sokuyor şahsen bilmemek isterdim. Kargaşaya koyuyor okuyucuyu -hani niye hala ölmedi falan gibi beklentilere kapılıyor bildiğin  durumu okuyup geçmek istiyorsun.

Mutlaka kitaplarla ilgili çok az bahsettiğimi düşüneceksiniz ama diyeceğim tek şey sadece mutlaka okuyun olacaktır. Sarsıcı olmasada biraz destansı hava vererek yazılmış aşkın , şehvetin ve bilgeliğin kaynaştığı ; savaşın ve  bağnazlığın yıkıcılığını harika betimlemeleriyle süsleyerek size tam bir okuma şöleni sunuyor bu üç eserle.
                                 



18 Aralık 2021 Cumartesi

Günlerin Üstünden!

               Geçmiş Zaman Olur ki!

Bundan tam yirmi altı sene evvel, kızımla çıktığımız yol İsveç'te sonlanıyordu. Zamanın ne kadar hızla geçtiğini söylemek klişeleşmiş bir söz olması onun gerçekliğini değiştirmediği gibi  bu gerçeği ne kadar çabuk aklımızdan çıkartmamızı da engellemiyor değil mi! 

Şimdi bu yolculuğa özgürlüğe giden yol desemde arkamızda bıraktığımız sevdiklerimizden uzaklaşmak ta bu özgürlüğü seçmenin bir fiyatı olsa gerekti. Beni teskin edense ; en yakında zamanda tekrar  birlikte onlarla birlikte olabileceğimizdi ama bu düşüncenin olmasına rağmen ayrılık oldukça can yakıcıydı.

Yine de herşeye rağmen özgürlüğe giden yolu seçmekten asla pişman değilim.

Nedense yolculuğu tam tamına her detayıyla hatırlıyorum. 

İtalya'daki evim, içinde ne var ne yoksa hiç bir önem arz etmiyordu ; sadece geride bıraktığım iki oğlumun dışında herşey önemini yitirmişti. 

Geldik bu güne aylar yıllar günler geçti herşey geride kaldı ve şimdi ak saçlı, üç çocuk annesi bir torun sahibi olarak  ; geriye bakınca , diyebileceğim tek şey iyiki cesaret edip bir adım atmışım özgürlüğümüz için. 

İnanın ki herşeyden önemlisi bu ; yani kendi ayaklarının  üzerinde kalabilmek . Durum böyle olunca veremeyeceğin savaşamayacağın hiç bir mücadele yoktur.



16 Ekim 2021 Cumartesi

Sıradışı Bir Yazarın Unutulmayacak Yapıtı: Utanç

                           Utanç

        
           
 J.M.Coetzee'den okuduğum ilk kitap olan ''Utanç'' beni bu kadar fazla etkilemesinden  dolayı kesinlikle son da olmayacak ; yazarın diğer eserlerini de okumaya sanırım devam edecem.
                          
Ama hemen ekleyim ; yazarla ilgili ,iyi kötü bir çok yazı okudum biraz etkilendim doğal olarak ve böylece küçükte olsa bir ön yargıyla başladım okumaya. Ayrıca  kitaba bir kaç defa başlayıp okumuş , sonrada yok bana hitap etmiyor ! diye bıraktığım bu kitabın beni bu kadar etkileyeceğini asla düşünmedim. 
Konusu ne diye sorarsanız ; tek bir şey demek zor; çünkü içerikte o kadar etkileyici unsurlar varki , bunları tek tek  ele alırsak ; bir baba,   Güney Afrika'da yaşayan üniversite görevlisi bir beyaz adam , bir eş , bir sanatçı gibi bir çok yönünü ele alırsak bütün bu kimlikleriyle hikayeyi ilginç hale gelmesi . Bu adamı bu kadar ilginç kılan ne derseniz okumak lazım derim mutlaka  ama bu yeterli olmasada bir ipucu işte. İçimizden biri bu adam ; yani  bizlerden biri . İnsani bütün özellikleriyle adamın çevresi yakınları yaşadıkları içsel hesaplaşmaları! 

Ruhsal boşluklarındaki kişilik bozuklukları ve kendine karşı dürüst olmaya çalışsa da bir şekilde kendini hep haklı çıkarması insana şunu    sorduruyor acaba hepimiz böylemiyiz  ?   
Bir şekilde yanlışlarımızda bile kendimizi savunma mekanizmasına bağlı, duygusallıktan uzak bir nevi robotlarmıyız  diye sorduran bir yapımı var?
Bence mutlaka okunması gereken bir eser kolay bir kitap değil , aslında ince bir kitap olmasına rağmen o kadar dolu ki ,hele okuyucuyla yazar arasında tam bir polemik oluşması : tam yazara kafa tutmaya başlarken başka bir konu çıkarıyor yazar karşımıza .Eseri okurken hem gerilim yaşadım hem merak hem de hem yazara, hem  topluma hem hayata karşı bir yığın soru cevaplarla yüzleşmek durumuna geldim.
Cevaplayamamak beni zorladı , sessiz kabullenişler  yani insan ruhunun anatomisi diye bir şey varsa bana göz kırptı durdu okuduğum sürece. 
Tabiki burda neler olmuş birazcık bahsetmeden olmaz sanırım. Güney Afrika'da bir üniversite de de öğretim görevlisi olan kahramanımız aslında şehvet düşkünü fakat bunu insancıl dürtüler diye ele alan Prefosör Lurie ; iki defa evlenmiş boşanmış. Yetişkin kendisinden çok uzakta yaşayan bir kızı olan hocamızın son cinsel ilişkisi kötü sonuçlanınca ki bencilliğinden dolayı karşı cinsi bir nevi kullanma uzmanlığında olduğunu düşünürsek sadece karşı cins demeyelim aslında tavrı herkese karşı böyle. Bu davranış şekli onun doğal hakkı olduğunu düşünecek kadar Narsist  hocamız   bir kız öğrencisi ile başlattığı ilişkinin kızın o kadar istememesine rağmen  bunu kendinde bir nevi hak ettiğine inanması daha da ilginç ve iğrenç olmasına rağmen o zavallı dürtülerini kontrol edemeyen (onun savunmasına göre) demeyim de kontrol etmek gibi bir derdi olmayan saygı değer profesörümüz  bir anda kendini toplumsal yargılama içinde buluyor . Kişi olarak yaptığı demagojik savunmasında belki kendisini kandırabiliyor ama toplumdaki yeri sarsılıyor ne varki buna kibirli bir kabullenişle cevap verip yaşamına devam etmek istiyor vs vs 
Aslında kendisi ile hesaplaşmak isteği çok kuvvetli olmasına rağmen zavallı bir şekilde buna karşı iç benliği bütün narsist unsurlar bunu engelliyor ama tabiki karma diye bir şey var. Neyse konu uzun!                      
Anlatılanlardan  yada burda yazdıklarımdan sonra adamdan nefret ettiğimi düşünmesinler yazıyı okuyanlar,  çünkü tam bir zavallı kişilik buradaki kişi. İçerik kesinlikle basit değil çok düşündüren sorular sorduran bir eser. Bilhassa benim en çok sorduğum şu oldu adam gerçekten ne istiyor hayattan ne bekliyor yada böyle bir derdi yok mu yani işte öylesine mi yaşıyor. ya peki biz biz nasılız? 
Aslında şunu eklemeden geçemeyeceğim, Petrus'un ihaneti bana biraz incilde ki Petrus olayını hatırlattı yani petruslar genelde ihanet eden takımdan gibi! İsa'nın havarisi olduğunu inkar eden Petrus iki yüzlülüğü -asla tanımadım onu (İsa'yı kast ederek)  demesi mesela romandaki Petrus dada durum aynı. Oğlunun
tecavüzcü olduğunu inkar ediyor   uzun bir süre. Herşey ortaya çıkana dek. 
Benim anlamadığım kızın bütün bunları kabul etmesi pasifize olması inanılacak gibi değil açıkcası.

                                               

9 Eylül 2021 Perşembe

Sarı Duvar Kağıdında'ki Kadını İzlemek!

Charlotte Perkins Gilman

 
Sarı Duvar Kağıdı'nı okumuştum ama yazarla ilgili bilgim sadece feminist bir yazar olmasından daha fazla değildi. 

Feminist olmak ta zaten her türlü yana çekilip değerlendirilen her türlü toplumsal yargıyı bilhassa önyargıyı barındıran bir sıfatlama olarak gördüğümü söylemeliyim.Bunu sonradan biraz daha genişçe yazacağım bu yazı bittiğinde.

''Kadınlar Ülkesi'' adlı eserini de okumaya karar verdiğimde yazarla ilgili oldukça geniş ve ilginç biyografik bir yazıyı görünce  burda paylaşmak istedim. 
Bana çok önemli geldi , çünkü ''Sarı Duvar Kağıdı'' otobiyografik unsurlar içeriyormuş.
Gilman, 1860 da Hartford'da doğmuştur. Babası oldukça kültürlü bir adam olmasına rağmen yazarımızın bundan yararlanması mümkün olamamış; o daha bebekken baba bütün aileyi terk etmiş.
Yazarımız erkek kardeşi ve annesi ile birlikte yoksulluk içinde yaşam mücadelesi vermişlerdir.Babanın maddi yada manevi hiç bir yardımı olmamış ne yazık ki.
Ve ne yazık ki pek de , mutlu bir yaşam olduğunu söyleyemeyiz  yoksulluk, soğuk günler, kalacağı yer bulamamak gibi sorunlarla boğuşurken mutlu olmanın pek o kadar da kolay olmayacağını tahmin edersiniz.
Charlotte biraz büyünce ailesine yardımcı olmaya çalışmış tebrik kartları hazırlayarak sanat öğretmenliği ve  mürebbiyelik de yaparak ekonomik katkıda bulunmuş.

Uzun tereddütten sonra 1881 de yerel bir sanatçı olan Charles Watter ile evlenmiştir.Tek çocukları Katherine'nin doğumundan sonra Charlotte derin bir depresyona girmiş ama o zamanın uzman doktorlarından! gördüğü tedavi kadıncağızı delilik sınırlarına getirmiş ve doktorun tavsiyelerini bir kenara itmek zorunda kalan yazarımız eşini ve kızını terk edip California'ya taşınmıştır. Fakat pek fazla bir şey değişmemiş ruhunda ne yazık ki ; geri dönüp kocasıyla barışmayı denemesi başarısız olmuşsa da kızını da alıp tekrar California'ya yerleşmiş. Eşi ondan boşanıp yakın arkadaşı ile evlenmesi dostluklarını bozmamış yaşadıkları zaman boyunca dost kalmışlar.
Yazarımız yazarlık kariyerine ''Sarı Duvar Kağıdı '' ile başladığı görülüyor.
En sevdiğim yanı ; yazılarında daha fazla ironik bir dille anlatması ve ah zavallı kadınlar feryadı koparmadan gerçekçi akılcı bir dille kadınların hem gücünü anlatırken hem de güçsüzlüklerini de gösterirken kadın erkek olayından fazla insan olmaktan yola çıkıyor.
Yazarımız hiciv dolu yazı ve konuşmalarını sürdürürken ona karşı sürdürülen  acımasız eleştiriler çok incinmesine neden olur. Kızını babasına bırakan Charlotte (kızı o şekilde daha mutluydu) iyi bir anne olmadığı yaftasını da aldı en sonunda cahil toplumdan .Toplum aslında güçlü insanları göstermelik ne kadar övsede ah bir düşsede biz de bir tekme atsak diye beklerler! Toplumun iki yüzlülüğü hiç bitmez.

  Viktorya çağı zihniyetinin son demlerini yaşa­yan Amerika'da bir kadından bahsediyoruz bu arada; çocuğunu babasının ellerine (anlamadığım yabancı değil ya babası yani en sonunda neden bu kadar dram haline getirilmiş anlaşılmaz) "terk etmiş" sonunda evini evliliğini de reddederek toplumun kendine anne ve kadın olarak biçtiği rolü çiğneyip geçmiş... Toplum derken ataerkil toplum egemenliğinden bahsediyoruz.

Hele o dönemde kadın doğuştan haksız ne yaparsa yapsın.

Charlotte Stetson Gilman; ilk gençliğinde kendine vurulan marjinallik damgasına bu kez kendi isteğiyle layık olmaya çalışarak kendine bir çeşit sürgün uyguladı.

Yazarın bir çok yapıtı var bunların çoğu kadının toplumdaki yerini almasına ait mücadelesine indekslenmiş. Kanser olduğunu bilmemize rağmen yazarın kanserden değil intihar ederek öldüğünü bilmek te yarar var. Otobiyografisini yazdığı son eserinde düştüğü not da; 

''Eğer hala hizmet edecek gücümüz varsa, hiçbir acı, keder ya da "kırık kalp" yaşamımıza son verme hakkını vermez bize. Ama artık işe yaramaz olduğumuzda, ölümün 

 kaçınılmaz olduğunu anlayıp 

soluğunu ensemizde duyduğumuzda, yavaş ve korkunç bir ölüm yerine çabuk ve kolay olanını seçmek bizim en doğal hakkımızdır...'' der.

Yazarın bir çok eseri başka dillere çevrilmiş. İstediği gibi yaşamış mı derseniz belki biraz diyebiliriz ama istediği şekilde ölmüş en azından.

Yazarın iki kitabını da isteyenlere e.bok olarak gönderebilirim.

''Bir insanın ilk görevi,toplumla doğru işlevsel ilişkiyi üstlenmek,kısacası gerçek işinizi bulmak ve yapmaktır''

Kendisini hümanist olarak tanımlayan Gilman " sadece toplumsal ilişkilerde insan olduğumuzdan... insan olmak için kadınların insanlığın hayatının bütününde yer alınası gerektiğini" savunuyordu. Yaşamlan sınırlandırılan kadın­lar, insanlığın ilerleyişini yavaşlatıyordu. Organizmanın büyümesinde bireyin ya da toplumsal varlığın fiziksel, entelektüel, manevi ve toplumsal alanların hepsinde kadının gücüne ihtiyaç duyduğunu söyleyen Gilman, bu dört alanın her birinde kadınların insanla ilgili işlerde göz ardı edildiğini belirtiyordu.

6 Eylül 2021 Pazartesi

Tim Parks Bilgeliğinde Edebiyat Dünyasına Bir Bakış!

                 

                         Ben Buradan Okuyorum!

Yazarın daha önce okuduğum romanından pek o kadar zevk almadığımı söyleyim herşeyden önce.Belki de buna neden fazla beklentiyle okumaya başlamış olmam. ''Kader'' adlı eserini okurken kitapla okuduğum hayranlık dolu satırları hatırlayarak okurken devamlı beklenti içindeydim ; bu harika yazarın harika eserinin edebiyat harikası satırlarını aradım durdum .
Neyse uzun lafın kısası fena değildi ama abartılacak fazla bir şey yok en azından benim düşüncem bu şekilde. 

Şimdi okumuş olduğum ''Ben Buradan Okuyorum'' inceleme deneme eleştiri yazıları ise oldukça iyiydi gerçekten. Mutlaka okunulması gerekir diyeceğim bir kitap.          

Evet ; şimdi neler anlatıyor ona gelelim. Neden yazıyoruz ve neden yazıyorlar dan yola çıkarak hem kendisine hem de diğer yazarlara genel bir soruyla başlamış eserine. Ben bir okur olarak sadece diyeceğim iyiki yazıyorlar, iyiki edebiyat var desturuyla hareket ederek yaşayan biri olduğum için pek kafamı takmıyorum yazarların bu tip sorularına.

"Kimse ölümsüzlük taklidinden vaz geçemez " de­miş  Emil Cioran. "Ölüm mutlak son olarak kabul     edildiğinden beri herkes yazıyor!" 

Yani burda amaç ölümsüzlük mü yada arkanda bir şeyler bırakmak , anılmak arzusu mu? Bunu pek bilemeyeceğim ama bence sebeplerden en önemlisi bilhassa  eski yazarları düşünerek diyeceğim tek şey; yetenek ve paylaşma arzusu olabilir.Tabii bunun yanında bir artı olarak da ekonomik kazanç. Geçmiş zaman yazarlarının pek o kadar da para peşinden koşmadıklarını sanıyorum yada ünlü olmak falan. Onlar yaratırken aldıkları doyum ve okurlarından aldıkları övgü ile zaten almak istediklerini alıyorlardı. 

Parks demiş ki ''Edebiyat ölüyor mu diye endişelenmemize gerek yok aslında. Hiç bu kadar çok edebiyat olmamıştı. Ama belki artık musibete bir sağlık uyarısı eklemenin zamanı gelmiştir. ''

Okumayla ilgili çok düşünüp çok yazmış olan Schopenhauer " Hayat kötü kitaplara harcanamayacak            kadar kısadır,'' demiş ve son derece doğru buluyorum .

Hemen aklıma gelen bir durumu burda paylaşmak istiyorum.Genelde tv falan hobim yoktur zaten evde tv da yok, eğer bir şey izlemek istersem pc den izliyorum internet yoluyla. Şu son günlerde trt2 de ki ''Edebiyat  Söyleşileri'' altında bir proğramı izlemeye başladım mutlaka ki siyasi iktidarın havarilerinin daha çok yer aldığı bir proğram olmasına rağmen arada güzel sohbetler oluyor kaçırmamak gerek. Sadece türk edebiyatı değil dünya edebiyatını da arada sıkıştırmışlar en azından. Neden burada bunu bahsettim derseniz     oldukça basit   açıklaması orda da neden okuyoruz neler okumamız gerek nasıl yazılmalı kimler nasıl yazıyor çeviri kitaplar nasıl olmalı gibi bir çok konuya eğilmiş sayın Parks'ın yazdığı gibi.

    Yazarımız en azından bazı konularda oldukça dürüstçe yazmış. Bende o konuda aynı düşünüyorum ; diyor ki eğer okuduğunuz kitaptan haz almadıysanız size bir şey ifade etmiyorsa hiç zorlamayın bırakın okumayı! haklı bence baktım ki hiç benlik bir kitap değil bıraktığım kitaplar olmuştur bazılarını başka bir zamanda tekrar elime aldım okudum bazılarını ise elime bile almak istemedim. Kitap okurken kendimizi cezalandırmak değil o kitapla ödüllendirmeliyiz. Mesela şu son zamanlarda okuduğum Macar yazarlarından Szabo'nun kitapları beni o kadar sardı ki hala o hazzı hatırlıyor ve duyumsuyorum. Tabii bunun gibi bir çok kitap vardır .                                          

Parks demiş ki: ''Romanlara verdiğimiz tepki, büyük öl­çüde içinde yetiştiğimiz, kendimize içinde bir konum bulup bir kim­lik oluşturmak durumunda kaldığımız sistem ya da diyalog la il­gili olabilir.'' 

Yazar kendi okuma hayatını ailesini gençlik ve çocukluğuyla birlikte ele alarak güzel açıklamalar yapmış.

Hepimizin kendi hikayeleri vardır mutlaka buna benzer yada benzemez. 

Yazılanlardan bazılarını kendi düşüncelerimin eşliğinde aktarmaya çalıştım ama kitabı okumanız daha doğru olur bir çok bakımdan benimsesiniz yada benimsemeseniz ordaki anlatılanları en azından sizi ne düşünmeniz konusunda yönlendiriyor.

Burada yazmadan duramayacağım bir diğer nokta da her birimizin ayrı bir anlayışı algısı var okuduklarımızla ilgili en fazla farkı da ben kuşaklar arasında ki algılamalarda fark ediyorum. Çağımızın algı kapıları sonuna kadar açık ama algılanmalar da (çok fazla seçenek olduğundan sanırım) genç kuşakta bir fakirleşme var duygusal anlamda bunun nedeni makinalaşmanın getirdiği etkilenmenin sonucu diyebiliriz belki de ! Yanlış anlaşılmasın eski kuşakla yeni kuşak arasından iyi yada kötü ayrımı değil bu ; sadece zamanın getirdiği kaçınılmaz sonuç. 

Önemli olan herkes alabileceğini alıyor en azından. Hepinize iyi okumalar!